Amacı çizmek olanlar, kalem kullanırlar; amacı yazmak olanlar ise, eli kalem tutmayanları.
Yaratılış, insanlara bir kağıdı doldurma hakkını verir. Kağıda her yazıldığında, beyaz kısım küçülür. Küçüldükçe, daha az yer kaplamaya başlar. Tek sandalyesi kalıncaya kadar, beyazlık olmaya devam eder. Birkaç bakış sonrasında, kelimelerin dolduramadığı boşluklar göze çarpar. Karalanırsa, harflerin kaybolacağı belli olduğundan; başka kağıda geçilir. Süregelen tecrübelerden sonra, her kelimenin, ardında bir boşluk bıraktığı fark edilir. Bu sebeple kelimelerden vazgeçilir. Kelimesiz yazışmalar, zaman geçtikçe fikirsiz medeniyetleri oluşturur. Fikirsiz medeniyetler, kendi bekaaları için baskın toplumların kesin ideolojileri altına girerler.
İnsanlar, çeliştikleri sempatizanlara, ''misyoner'' sıfatını verirler. Kendi oluşturdukları muhalefetlerle ise, ''fikir paylaşımı'' adına meclis kurarlar. Köleliği de 1865'te Amerikalı liberaller değil, her uyandığımızda biraz daha büyüyen sınırlar yok etmiştir aslında. Sesleri en çok çıkanlar, bunu damgalamak için kullanırlar. İnsanları niteliklerine göre kolilere ayırdıkları zaman, kendilerine yer açılacağını zannederler.
İnsanlar, kendilerine verilen aklı kullanmazlar mı ki, onların bu senaryolarına dahil olurlar?
Neden hep kendimizi, safların en arkasına layık görürüz? Ön tarafı dolduranlar, bizden daha mı fazla yer kaplarlar?
Biz düşünmediğimiz zaman, başkaları bizim yerimize düşünme haddini kendilerinde bulurlar. Bizim söylediklerimizi sadece kendi kelimeleriyle sorgulayıp, anlamını bilmedikleri için asla sözlüğe bakmazlar. Onların yerine, kendi buldukları, karşılıksız kelimeleri eklerler. Çeviri denmez, çünkü çevirmenlerin birden fazla dil bilmesi gerekir.
Onlar, sadece gördüklerini bilirler.